TİYANŞAN
Would you like to react to this message? Create an account in a few clicks or log in to continue.

TİYANŞAN

Ükücülüğü ve Ülküdaşlığı Tatmak İçin...
 
Anasayfa::.ANASAYFA.::AramaLatest imagesKayıt OlGiriş yapBAŞBUĞ

 

 ŞEHİTLER ÖLMEZ

Aşağa gitmek 
YazarMesaj
cCcebru28cCc
TUĞGENERAL
TUĞGENERAL
cCcebru28cCc


Kadın
Mesaj Sayısı : 152
Yaş : 34
NERDEN : Berlin
İŞ/HOBİLER : Öğrenci
KİŞİSEL MESAJ : ...Tanri Dagi Kadar Türk, Hira Dagi Kadar Müslüman...
Kayıt tarihi : 04/08/08

ŞEHİTLER ÖLMEZ Empty
MesajKonu: Geri: ŞEHİTLER ÖLMEZ   ŞEHİTLER ÖLMEZ Icon_minitimePtsi Ağus. 18, 2008 11:02 pm

“Şehitler Ölmez”de; “Ülkü denen nazlı gelin”e Yavuz’ca sevdâlananlar, “Son 24 saatimin üçte birini ibâdete, üçte birini dâvâma, üçte birini de sevdiklerime adarım” diyen teşkilat başkanları, “ikindi vakti kulağında ezan sesi yankılanırken şehit edilen” inanç âbideleri, “hüznü öfke yumağı olan şehit evladı ” genç bozkurtlar, “Söylenmedik cümlenin hasreti dudağında” kalan civanmertler ve “berceste bir mısra” olan “Yusuf Yüzlüler” anlatılmış...
Şehitlerin kalplerindeki Allah ve millet aşkı, Gerçeksöz’ün yüreğindeki duygu meşki ve gönderinde “Üç Hilâlli Sancak” dalgalanan gönül köşkü de satır satır tasvîr edilmiş…Hülâsâ, onların ruhundaki cesâreti, tâvırlarındaki asâleti, duruşlarındaki vakârı, îmân ile kazandıkları îtibârı, kanlarıyla yazdıkları destanı ve şahâdet şerbetini içtikleri son anı anlatan cümleler boğazımızda düğümlenen bir yumruk olurken, rahmet yüklü bulutlar demir atar gözlerimize… Gözyaşlarımız yanaklarımızda gamzeleşir ve bir duygu seli alıp götürür bizi hüzün ikliminin kahır diyârlarına ...
Elden ele dolaşacak, gönülden gönüle ulaşacak bir destan olan “Şehitler Ölmez”, şühedâya bir şükran borcu, bir vefâ duygusu ve bir mes’uliyet hissinin gereği olarak hazırlanmış... Kitabın müellifi “Sunuş” yazısında: “İnanıyorum ki, rûhâniyetleriyle her zaman bizimle berâber olan şehitlerimizin bu kitap vesilesiyle Fâtihâlarla anılmasına sebep olacağım. Bu da benim için en büyük bahtiyarlıktır...
Allah bizleri onların izinden ayırmasın, şefaâtlerine nâil olanlardan eylesin” demiştir... Bu güzel insan, bir başka kadirşinaslık örneği daha göstererek; “Bilgeoğuz Yayınevi ile yapılan sözleşmede belirtildiği üzere bu kitabın satışından elde edilen gelir, Yusûfiyeliler Dayanışması bünyesindeki “”Şehit Mezarlarını Yaptırma Fonu”na bağışlanmıştır” diye not düşmüş ve kitabını “Altay’lardan Tuna’ya ülkü uğrunda şehit düşen bütün gönüllere” “duâ ve âminlerle” ithâf etmiştir...
Gönüldaşımız Recep Küçükizsiz, daha önce de “BU DÂVÂYA CAN VERENLER” isimli iki ciltlik “Şehit Ülkücüler Albümü” yayınlamış ve hiç olmazsa “vicdan hasretimizi” Fâtihalarla dindirmemizi sağlamıştı... Bu anlamlı kitaplar; mâziyi hatırlamamıza, geçmişimizi yeniden idrâk etmemize, mükellefiyetlerimizi bir kere daha düşünmemize, şehitlerimizi Fâtihâlarla yâdetmemize ve onların rûhunun şâd olmasına vesile olmuştur... Böyle güzel eserler kaleme aldığı için aziz kardeşimize en kâlbî şükranlarımızı arz ediyoruz…
Bizler; Âlem-i Ervâh’da “Elestü bi-Rabbiküm” suâline “Belâ” cevâbını birlikte veren ve Hakk için her türlü belâyı cana minnet bilen ruhların tâ ezelden kardeşlik şuuruyla mülâki olduğuna inanırız... Belki yüz yüze tanışmıyor olabiliriz ama; Türk-İslâm Medeniyeti’nin yeniden inşâ ve ihyâsı için çalışan, müşterek mâzinin ortak paydasında buluşan, düzenin zulüm tezgâhlarında işkenceyle geçen günleri bölüşen, îdâm sehpalarının soğuk gölgesine alışan ve Taş Medrese’lerde gönül dünyaları gelişen ülkücülerin muhabbetlerinin müebbet olacağına îman ederiz...
Bu îtibarla “gönülleri birleşenler” için gıyaben tanışmanın bile yeterli olacağına, göz âşinalığından ziyade gönül dostluğunun çok daha önemli olduğuna, maddî uzaklığın içindeki derûnî yakınlığın sırrına eren ehl-i hâlin birbirlerini çok iyi anlayacağına inanırız... Tıpkı, 70’li yılların mağduru, 12 Eylül’ün mahkûmu, 80 sonrasının mazlumu olan ve zamanımızın en çileli destanlarından birini yazan ülkücü hareketin cefakâr mensuplarına hâlisâne bir gönülle inanmamız gibi.... Tıpkı, dünya gözüyle hiç görmediğimiz -sürgündeki dâvâ arkadaşlarımıza- uzak diyarlardaki ülküdaşlarımıza “bir kardeş yakınlığı” duymamız gibi...
Tıpkı, hiç tanımadığımız /tanıyamadığımız/tanıma bahtiyarlığına ulaşamadığımız nice ülkücü şehitlerimiz için beslediğimiz ve kelimelere dökemediğimiz duygularımız gibi... Tıpkı, “Şehitler Ölmez” kitabında anlatılan ve “kutlu yarınları haber vererek cennetteki saraylarına yerleşen” şehitlerimiz hakkında dile gelen duygu ve düşüncelerimiz gibi...
O şehitler ki; hayatın her karesini besmeleyle fethetmek için yola çıktılar… Zihinlerde Türk Milliyetçiliği meşâlesini sönmemek üzere yaktılar… Dünya Türklüğünün Bağımsızlık Mücâdelesi’nin ve Tûran ideâlinin fikir çilesini çektiler… Türk- İslâm Ülküsü’nü; yüzde yüz yerli, millî ve İslâmî bir düşünce tarzı olduğu için yürekten benimsediler... Ülkücülüğü Anadolu’nun bağrından çıkmış millî bir mukâvemet harekâtı olarak serlevhâ ettiler... Millîliği reddeden bir mâneviyatçılık ile, mânevî değerlere göre şekillenmeyen bir milliyetçiliğe aslâ gönül vermediler…
O şehitler ki; hiçbir silahın, yüreğini namlu yapan bir ülkücü kadar güçlü olmadığını hayatlarını ortaya koyarak gösterdiler… Onlar, hep ateşle imtihan oldular… Örs ve çekiç arasında şekillendiler…Vatan diyerek, millet diyerek, devlet diyerek mücâdele ettiler... “Kanımız aksa da zafer İslâm’ın” sloganını sâdece söz olarak söylemediler, kuvveden fiile geçirdiler... Bir kötülüğü düzeltmek yolunda îmânlarının gereğini ifâ ederken, kalbî buğuzla ya da dilleriyle değil, canları pahasına elleriyle müdâhale ettiler... Çünkü onların amellerinde noksanlık olsa bile, sîneleri serâpa îman doluydu …
O şehitler ki; gonca iken açtılar, “din ü devlet mülk ü millet” için kanatlanıp ötelere uçtular, vatan için serden geçtiler, şahâdet muştusunu gül şerbeti yudumlar gibi kana kana içtiler, “bir Hilâl uğruna” gurûb ederek “gökkubbede bir hoş sadâ” olup bu dünyadan göçtüler… Onlar, Türk-İslâm Ülküsü’nü; kanlarıyla yazıp, canlarıyla mühürlediler…
Yayın eğri olması, hiçbir zaman okun doğru gitmesine mânî olamadı... Devlet babaları “İbrâhim” olmasa da, onlar “kırk kere İsmâil” oldular... Tarihe “kara bir leke” olarak geçen 12 Eylül Dönemi’nde soldurulan ve ülkücü yürekler için “ hüzünlü bir mısra” olan “kırılan güller”, urganlı şafaklardan nurlu basamaklara yol buldular... Hayatın ve ölümün yorumunu Mâverâ aşkıyla yaptıkları için ölümü cana minnet bildiler... Ve hep “Ulubatlı Hasan Ağabeylerinin yanında” kaldılar…
O şehitler ki; “Allah(c.c.)’a, tarihe ve millete” hesap verebilmenin dışında hiçbir şeyi önemsemediler... “Milletlerinin saadetlerini, devletlerinin yücelmesini, bayraklarının dünya durdukça hep öyle nazlı nazlı dalgalanmasını hayatlarının gâyesi saydılar…” Ay-Yıldızlı bayrağımızın mukaddes kan rengini soldurmamak için, binlerce defa kanlarıyla bayrağı al renge boyadılar… Zâten “O delikanlılardan her biri ‘burçlara bayrak olacak kumaştan” idiler…”
O şehitler ki, inandıkları değerler için nefsânî arzularından, şahsî çıkarlarından, gelecek endişelerinden sıyrıldılar ve her birisi Nebî Gönüllü Bir Hamza oldular... İkindi güneşi gibi gölgeleri uzun ve yaygın olsa da, dünyayı erken terk ettiler… Hayatlarının baharında, kimi arkasında anasını-babasını, kimi karısını-çocuğunu, kimi nişanlısını, kimisi de can gardaşlarını gözü yaşlı bırakarak göçüp gittiler… Ve her biri yüreğimizden bir parçayı alıp götürdüler....
Bütün bu sebeplerden dolayı gençliğin ve gelecek nesillerin; ülkücü şehitleri ve onların cihanşümûl ülkülerini, ideâlist yaklaşımlarını, fedâkâr tutumlarını, aksiyoner tavırlarını çok iyi tanıması ve “ölmeden yaşayanların” izinden yürümesi gerektiğine inanıyorum… Çünkü onlar, ömürlerinin her ânına; bir örnek tavır, mücâdele, hâl ve davranış sığdırmış insanlardı...
Onlar, asırlık gecelere yeni bir güneşin doğacağının muştusunu haber vermek için kendilerini fedâ etmişlerdi... Îmân, ihlâs ve yiğitlik âbidesi olan ülkücü şehitler; bizlerin ne vasıfta insanlar olduğunun hem delili, hem de olmamız gereken “İdeâl Ülkücü Tipi”nin en güzel numûne-i imtisâliydi...
Ne hazindir ki, bu örnekleri günümüz gençlerine öğretemediğimizden olsa gerek, varlık içinde yokluğa dûçâr olduk… “Örnek insan”, “model şahsiyet” fukaralığı çeker hâle geldik... Ne yazık ki, gençlerimiz; “Yusuf İmamoğlu”nu veyâ “Dursun Önkuzu”yu değil de “Polat Alemdar”ı “idol” olarak görmeye, “ideâlist” hâlet-i rûhiye yerine, “artist” tavırlarla rol kesmeye başladılar...
Oysa, ülkücü şehitlerin mefkûrelerinde şahlanan hâlet-i ruhiye, milletimizin mayasını oluşturan İslâm ruhuydu.... Bu ruh; dinin, vatanın, milletin, namusun, bayrağın, kısaca bizi “Biz” yapan değerler manzûmesinin en zor şartlarda bile fedâ edilemeyeceğini, bunlar için her türlü fedâkârlığın yapılabileceğini Çanakkale’de, Sarıkamış’ta, Sakarya’da, Dumlupınar’da, Kıbrıs’ta ortaya koymuş ve en son ülkücü şehitlerin şanlı mücâdelesinde tebellür etmişti...
İnanıyorum ki bu ruhu yaşattığımız zaman; ulaşamayacağımız hiçbir hedef, başaramayacağımız hiçbir iş, üstesinden gelemeyeceğimiz hiçbir mesele, çözemeyeceğimiz hiçbir problem kalmayacaktır...
Bütün bu sebeplerden olsa gerek; “Şehitler Ölmez” adlı hissiyât yüklü bu kitabın tedâî ettirdiği yorgun duygular alıp götürür bizi; mâziye, hâtırâlara, hâle ve târifsiz bir melâle... Vatanda gurbeti yaşayanlarla, gurbeti vatanlaştıranların mücâdelesine, kara toprağın bağrına bıraktığımız yiğitlerin hâtırası eklenince; yürekleri kavuran bir hüzün hükümrân olur hayata ve hayâle…
Her şeye rağmen, “yıllardır yurt dışında sürgün hayatı yaşayan” ama “vefâyı da yaşatan” kardeşlerimizin “Şehitler Ölmez” diyerek ortaya koyduğu sadâkat, titreyip yeniden kendimize dönmemize vesîle olmalıdır... Onların inançları uğruna çektikleri mihnete, verdikleri hizmete, sergiledikleri samimiyete, ortaya koydukları celâdete ilâve olarak; ‘baharlarına kan damlayan, ömürlerine hazan değen’ ehl-i şahadet için gösterdikleri gayretin büyüklüğü, yüreklerimizde istikbâle dâir umutlarımız için bir çerag uyandırmalıdır...
Bu çeragın kıvılcımlarını kalbinde duyan bütün gönüldaşlarımız adına, “Ahde vefâ îmândandır” hadîsinin gereğini îfâ ederek ülkücü şehitler için yapmamız gereken görevleri deruhte eden ve gerçek bir kadirşinaslık örneği gösteren aziz kardeşimiz Recep Küçükizsiz Bey’e teşekkürlerimi ve tebriklerimi sunuyorum... Cenâb-ı Hakk’tan, kardeşimizin; ömrüne bereket, kalemine kuvvet, bedenine sağlık ve âfiyet vermesini niyâz ediyorum...
Ziya Paşa, “Hâfıza-i beşer nisyân ile mâluldür” dese de; nisyâna isyan ederek, “soylu atlara binip giden” o güzel insanları unutturmayan, şehitlerimizin yâd-ı cemîline ve Fâtihâlarla anılmasına vesîle olan Recep Küçükizsiz ülküdaşımızdan Rabbim razı olsun diyorum... O, şühedâyı şâd etti, Allah(c.c.)’da onun gönlünü âbâd eylesin; Efendimiz Aleyhisselâtü Vesselâm’ın şefkât ve şefaati hânesinden hiç eksik olmasın... Âmin..
“Şehitler Ölmez” kitabı hakkındaki bu naçizâne yazıyı, Yahya Kemal’in “Vedâ Gazeli”nden bir beyitle bitiriyorum:
“Tekrar mülâkî oluruz bezm-i ezelde
Evvel giden ahbâba selâm olsun erenler...”
Ve sözün bittiği yerde İlâhî kelâm başlar; bütün şehitlerimizin rûhu için “El Fâtihâ...”

Dr. Mehmet GÜNEŞ
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
cCcebru28cCc
TUĞGENERAL
TUĞGENERAL
cCcebru28cCc


Kadın
Mesaj Sayısı : 152
Yaş : 34
NERDEN : Berlin
İŞ/HOBİLER : Öğrenci
KİŞİSEL MESAJ : ...Tanri Dagi Kadar Türk, Hira Dagi Kadar Müslüman...
Kayıt tarihi : 04/08/08

ŞEHİTLER ÖLMEZ Empty
MesajKonu: ŞEHİTLER ÖLMEZ   ŞEHİTLER ÖLMEZ Icon_minitimePtsi Ağus. 18, 2008 11:00 pm

Şehitler Ölmez...
ŞEHİTLER ÖLMEZ Olmez_bu_hareket
Ölüm, duymak istemesek de duymak mecbûriyetinde olduğumuz bir nidâdır... Ölüm, “zamansız geldi” desek de; boyun eğmek mecbûriyetinde kaldığımız bir vedâdır...
Ölüm, aslında bir “elvedâ” değil, yeni bir hayata “merhabâ”dır… Ölüm, kimileri için “şeb-i arûs”, kimileri için “nev-rûz”, kimileri için fîrâk, kimileri için son duraktır...
Kimileri içinse, ebedî olarak kalacakları “âsûde bahar ülkesi”nin giriş kapısında koklanan bir katmer güldür...
Ölüm, inanan insanlar için aslâ son nokta değil, ancak bir noktalı virgüldür... Ölüm, “her nefsin mutlaka tadacağı” ve inkârı katiyen mümkün olmayan apaçık bir hakîkattir...
Ölüm, fânî hayatımızı sonlandırsa bile, bâki dünyaya vâsıl olmamızı sağlayan bir mukadderattır... Ölüm, “Allah yolunda öldürülenler” için kesintisiz bir hayattır.

Yunus’umuzun, “Gelimli gidimli dünya / Son ucu ölümlü dünya” diye târif ettiği bu fânî âlemde; ‘yaşlı ölüler’in yanında ‘yaşlanmadan ölenler’in bulunduğu âşikâr bir gerçektir...
Ve ‘yaşayan ölüler’in yanında büyük bir mutluluk içinde ‘ölmeden yaşayanlar’ın da vârolduğu îtîkâdî bir hakîkattir...
‘Ölmeden yaşayanlar’, Î’lây-ı Kelimetullah uğruna baş koyup, Allah yolunda, vatan ve millet uğrunda savaşırken ölen serdengeçtilerdir…
‘Ölmeden yaşayanlar’, Rızâ-i Bâri için en değerli varlıkları olan canlarını feda edip, ebedî hayata kavuşan şehitlerdir…
Hakk yolunda canlarını sebil eden şühedânın mertebesi, nübüvvet ve sıddîkıyyetten sonraki en üstün makamdır... Şehitler, fânî dünyayı terk ederken, “özge safâlar sürmek” için yeni bir hayâta yelken açan yiğitlerdir... Şehitler, Allah (c.c.) katında yaşayan ve kendilerine tahsîs edilen yüce makamlarda mânevî nimetlerle perverde olan mücâhitlerdir…
Bu mevzûda Kur’ân-ı Kerim’in ifâde buyurduğu sırlardan birisi de; Allah (c.c.) yolunda öldürülenlerin aslâ "ölü" olarak kabul edilemeyeceği ve şehitlerin “diri” olduğu gerçeğidir…Bu husûsu beyân eden âyet-i kerîmelerde: “..Allah yolunda öldürülenleri sakın ölü zannetme!
Bil’akis onlar hayatta olup, Rablerinin katında yaşarlar, rızıklanırlar..” (Âl-i İmrân, 3 /169) “ ..Allah yolunda öldürülenler hakkında “ölü” demeyiniz. Bilâkis onlar diridirler, fakat siz bunun farkında değilsiniz..” (Bakara, 2 /154) diye buyurulmaktadır…
Bütün bunlardan dolayıdır ki, 15 asırdan beri bizim kültür ve medeniyet burçlarımızda “Şehitler Ölmez” hükmü bütün ihtişâmıyla dalgalanmakta ve “Gül” kokusuna meftûn olduğumuz ilk günden beri şehitlik aşkı gönüllerimizde sönmeyen bir kor hâlinde yanmaktadır…
Bu “Gül Mevsimi”nde; ilk şehîdemiz Hz. Sümeyye (r.anha)’yi, Bedir Şehitleri’ni, Uhud Şehitleri’ni, Çanakkale Şehitleri’ni ve Allah (c.c.) için canını veren, “Şehitler Başbuğu” Hz. Hamza (r.a)’nın komuta ettiği ‘ölmeden yaşayanlar’ kervanına katılan bilcümle şühedayı rahmetle yâdederken, yâd ellerden gönderilen ve ülkücü şehitleri anlatan bir kitap çıkageldi…
Recep Küçükizsiz imzasını taşıyan “ŞEHİTLER ÖLMEZ” adlı bu anlamlı kitabı elimize alınca; ülkücü şehitlerin yâd-ı cemîline vesîle olan bir çalışmayla musâfaha yaptığımızı görmenin mutluluğunu yaşadık....Ve bir kere daha anladık ki, âhir zamanın derviş-gâzileri olan ülkücü şehitler, ölümü bu hayattan daha güzel buldukları için hicret etmişler bu “dünya sürgünü”nden… “Bir güzel ülkü”nün sürgünü olup, sürgünde yaşayan gönül ehli bir güzel insan da “Şehitler Ölmez” diye tarihe kayıt düşmüş dünden ve bugünden...
“Şehitler Ölmez”de; Hakk yolunda olmayı en büyük şeref bilen , “Vatanımın; ha ekmeğini yemişim, ha uğrunda kurşun!” diyerek; millete can, bayrağa kan veren koç yiğitlerin hâlleri, hayâlleri ve hâtırâları anlatılmış... 1980 öncesinde bıçak sırtındaki yıllar ve bu yıllarda verilen mücâdeleler, çekilen çileler lirik bir üslûpla dile getirilmiş...
“Yavrusuna, Türklüğü ve İslâm’ı sütü gibi sağan” Mürüvvet Analar, “gergeflerinde Türk’ün acısını ve sevincini dile getiren” Figen Bacılar, “mütevekkil hâliyle kızıl kurşunlara göğüs geren”, Ayşe Hanımlar kaleme alınmış…Ve şahadet şerbetini içen binlerce ülkücünün Hakk’a yürüme destânından “bir gül demeti” kelimelere dökülerek resmedilmiş…
Ergenekon’dan yola çıkıp Kıble’de karar kılanların, Mekke’nin tevhit nûrunda îmân deryâsına dalanların, “Türk Cihan Hâkimiyeti Mefkûresi”yle hemhâl olanların, cihat rûhuyla aslî kimliğini bulanların, Tûran sevdâsıyla aşka gelenlerin, yaşamayı yaşatmaya tercih eden bir “Ocak”tan feyz alanların, inançlarını uğrunda canlarını ortaya koymayı vazîfe bilenlerin, gök ekinken biçilip goncayken solanların hayatlarından kesitler verilmiş...
Şehitlerden geriye kalan “dul ve yetimlerin Hakk’tan başka kimseye duyuramadıkları çığlık ve feryatları”yla, 12 Eylül Dönemi’nde “ işkencehânelerde çarmıha gerilenlerin” çektiği sıkıntılar ve devlet aygıtına ait zihnî yanılgılar da terennüm edilmiş…“Şehitlerine, gâzilerine, mağdurlarına sahip çıkamayan, şehit mezarlarını unutan bir hareketin” bugünkü hâline de değinilmiş…
Yargılanmadan kalemi kırılan, sorgulanmadan hükmü verilen “Sevgiliye giden yolu/ Darağacında bulan” “düzenin tuzaklarında can vererek bayraklaşan” “Eylül’ün Kırdığı Güller” de yâdedilmiş… Kimi abdest alırken, kimi iftar vakti, kimi terâvihe giderken, kimi okul çıkışında, kimi fabrika dönüşünde, kimi de karanlık asırları yırtmak için mücâdele verirken kara toprağa düşen, babalarını gözü yaşlı bırakan genç evlatlar, evlatlarını yetim bırakan çilekeş babalar ve “Olmadık acılarla yoğrulan yürekler” bir bir yazıya dökülmüş…
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
 
ŞEHİTLER ÖLMEZ
Sayfa başına dön 
1 sayfadaki 1 sayfası
 Similar topics
-

Bu forumun müsaadesi var:Bu forumdaki mesajlara cevap veremezsiniz
TİYANŞAN :: ÜLKÜCÜ HAREKET :: ÜLKÜCÜ ŞEHİTLER-
Buraya geçin: